Salı, Eylül 07, 2010
adsız
yara geçer külleri kalr içimizde.hep daha sert bastırdığımız elimiz hayatımızın gölgesinden bir geçiş gibidir.yakıcı acılar da diner bir gün ve hiç bir anlamı olmayan bir şarkı gibidir bazen hayat saatler geçer geçmişe döner yüzün bitmeyen o saatler boyu orada oyalanır ellerin gerçeğin tutsak edici anlamını ve sebebini ararsın.bulamazsın.ewet hayat bugün hiç bi anlamı olmayan bi şarkı gibi.yarası kabuk bağlamış külleri içindse kalmış eski bir savaş yarası bugün hayat...
Çarşamba, Temmuz 21, 2010
HÜKÜM:
Kadim savaşın sonrasında tüm kötü ırklara ceza olarak yaşamlarının kısalması uygun görüldü. Bazılarının ellerinden, zeka ve bilgelik özelliği alındı; sadece gerçekten berrak iyilik içinde yaşayanlar bu hediyelerden mümkün olduğunca fazlasına sahip olabileceklerdi.
Gecenin zifiri karanlığı çoktan Kilanas şehrine çökmüştü. Yağmur birkaç haftadan beri ilikleri delecek kadar hızlı ve sert yağıyordu. Şehrin kuzeyinde kalan Tempalas dağını sadece sürekli üzerinde patlayan parlak şimşekler aydınlatıyor, dağın yerini belli ediyordu.
Dağın ne zamandan beri bu kadar sisli ve dağılmaz hüzün bulutlarıyla kaplı olduğunu kimse hatırlamıyordu. Kim bilir kaç haftadır bu yağmur ve yağmura aldırış bile etmeyen karanlık ejderhaların çığlıkları kentin yok olmuş, yıkık sokaklarını çınlatıyordu. Kimse bilemezdi. Bilebilecek herkes ölmüştü. Her köşe, her kuytu çamura karışan irin, kül ve yanık insan bedenleriyle doluydu. Kent Kilanas halkına kocaman bir mezar olmuştu. Hem Kilanas halkına hem de kadim savaştan bu yana iyiliğin kurtarıcısı olarak bilinen, herkesin inandığı soylu ve asil kral Azrterach’a.
Sadece bir tek kadın çamurun ve yanmış insan bedenlerinin arasına çökmüş nefes alıyordu. Bu gece de geleceklerinden emin olduğu kara ejderha soyunu ve belki onları durdurmaya çalışacak griffonları ve unicornları.
Önce Karanlık Ejderhalar yükseldi Tempalas Dağından bu karanlık gecede ve ardından onlara meydan okumak için gelen cüceler ve griffonları gözüktü. Elflerin unicornları ve onların üzerindeki elf ve insan büyücüleri. Hepsi bir tek şey içindi: Karanlık günlerin sonu olacağına inanılan ve aslında bu zifiri savaşların, kana susamış kötülüğün, hiçliğin kaynağı olan Kanmecanı kayalıklarının kalbindeki Kantanas taşını ele geçirmek için.
…Unicornlar doğal büyülerini kullanıyor ama binicilerinden emir almadan hareket etmiyorlardı. Kara ejderha ordusu tam oniki ejderhadan ve üzerindeki yirmi kadar binicisinden oluşuyordu.
Bir unicornun üzerinde olan Horafin hiç zaman kaybetmeden alçalarak ejderhanın üzerine tepeden daldı. Horafin elindeki diş asasıyla tek bir hamlede ejderanı yere düşürürken unicorn da boynuzunu bütün gücüyle geri dönmeye çalışan kara ejderhanın gırtlağına doğrulttu. Lizeyah ve Bohara da griffonların üzerinde sert çelikten yapılma elf oklarını fırlatıyorlardı. Lizeyah’ın sırtında tek bir kılıç vardı. Aslında savaşı bitirecek olan tek kılıç.
Bu sırada sinsi bakışlarıyla onları izliyordu kadın. Savaşın en heyecanlı yerini bölmek istemezdi doğrusu, tek bir hareketiyle her şeyi bitirecek kadar gücü olsa da. Gözleri alev alev yanan bir hırsla parlıyordu.”Artık eğlence zamanı”, diye mırıldandı kara lehçede. Pelerinin başlığını geri atarak kara lehçeden büyülü sözlerle mırıldanmaya devam etti.
Vücudu olduğu yerde keskin pullar, demirden kemikler ve alaca siyah ile mavinin birleştiği fırtına kanatlara dönüştü. O kadim zamanın buz ejderhasıydı. Ancak karanlığı onu öylesine kuşatmış ve sıcak kollarıyla sarmalamıştı ki pullarının pek çoğu ayaz mavisinden karaya dönmüştü. Gözleri kırmızıya, karın derisi de alev sarıya çalıyordu.
Ruhu özlediği bedene alışsın diye şöyle bir gerindi kanatlarını geriye atarak ve derin bir nefes verdi. Bir nefesiyle yağan bütün yağmur buza dönüşüp üzerlerine yağdı. Bu sırada Karanlık Ejderhalar hiç vakit kaybetmeden binicileriyle Kanmercanı Kayalıklarına doğru yöneldiler. Lizeyah Horafin’in yaptığı korunma büyüsüyle Kızılkan Ejderhası’nın gerçek ateşinden dövülmüş kılıcı eline aldı.”Biz de seni bekliyorduk Göğün Alacası “, dedi dişi ejderhaya yönelerek. Diğer griffonlar kara ejderhaların peşinden giderken Lizeyah Bohara ve Horafin bir an için kendilerine yaklaşan bu muazzam devasa ejderhanın neresine saldıracaklarını merak edip birbirlerine baktılar.
Neyse ki ejderha koca hacmi etrafında dönmeye çalışırken griffonlar o meşhur hızlarıyla çevresinde dans etmeye başlamıştı. Ön tarafta kalan Bohara çelik bir elf yayını ejderhaya doğrultup hızla fırlattı. Göğün alacası buna kocaman ve sinir bozucu kahkahalarla karşılık verdi. Bir nefesiyle etrafındaki herkesi buza hapsetmeden önce eğlenmek istiyordu. Bu sırada Lizeyah ejderhanın üst kafatasına yaklaşmaya çalışıyordu. Ejderha ona doğru minik bir nefes üfledi ; nefesi kılıçta solup kayboldu.
Dişi ejderha hayretle diğerlerine yöneldi. Önce diğerlerini yok ederse bunun ne olduğunu çözebilmek için zamanı olabilirdi. Ancak bu sırada ihtiyatlı davranması gerekiyordu. Kurnazlığı zekasından çok olan ejderha kuyruğuyla Lizeyah’ı oyalarken Horafin’e döndü. Bu sırada bir unicornlu elf büyücüyle iki griffonlu cüce de alana yöneldi.
Ardı ardına büyüler ve çekiçler yiyen ejderha daha da kızmışçasına saldırmaya hazırlandı. Lizeyah bir işaretle en önden, Kanmercanı Kayalıkları’na çekti hepsini. Ejderha en arkada kalan Horafin’in binyıllık büyülerine karşı koymaya çalışarak peşlerinden geldi. Dişi ejderha kara lehçede bir kez daha mırıldandı ve aynı anda Lizeyah büyük bir çığlık attı.Üç ateş golemi yerden havaya ateşten kayalar fırlatmaya başladılar. Grup ateş ve buzun arasında iki taraftan kapana kısılmıştı ve Horafin’in büyüleri onları daha fazla koruyamazdı.
Geriye tek bir yol kalmıştı. Kara ejderhaların işini bitiren elfler hemen oklarıyla buz ejderinin kanatlarını yaralamaya çalıştılar. Ve buz ejderhası ne zaman nefesini üflemeye gayret etse onlar hep golemlerin gözüne doğru gittiler. Hepsi alçaldı, pek çoğu bu kargaşanın ortasında tir tir titremeye başladı, hiçbir cesareti kalmamıştı pek çoğunun. Birkaç soylu adam kayalarla beraber Kanmercanı Kayalıklarına doğru çakıldı.
Ancak nihayetinde yara alan Göğün Alacası hala mağrur ve gururlu arkasını dönüp kaçmak zorunda kaldı. Griffonlu cüceler bütün cesaretleriye çekiçlerini golemlere fırlattılar ve Horafin en kadim büyülerini orada söyleyerek baygın düştü.
…Kayalıkların kalbinde üç ateş patladı ve üç alevden kaya yağmuru oldu ama hiç biri Kanmercanı’nın kalbini delip geçemedi. Ta ki buz ejderhası yeniden kendini gösterinceye dek…Lizeyah elindeki tek kılıçla KANTANAS TAŞI’ nı Kanmercanı Kayalıkları’nın kalbinden söküp çıkarmıştı...
Kadim savaşın sonrasında tüm kötü ırklara ceza olarak yaşamlarının kısalması uygun görüldü. Bazılarının ellerinden, zeka ve bilgelik özelliği alındı; sadece gerçekten berrak iyilik içinde yaşayanlar bu hediyelerden mümkün olduğunca fazlasına sahip olabileceklerdi.
Gecenin zifiri karanlığı çoktan Kilanas şehrine çökmüştü. Yağmur birkaç haftadan beri ilikleri delecek kadar hızlı ve sert yağıyordu. Şehrin kuzeyinde kalan Tempalas dağını sadece sürekli üzerinde patlayan parlak şimşekler aydınlatıyor, dağın yerini belli ediyordu.
Dağın ne zamandan beri bu kadar sisli ve dağılmaz hüzün bulutlarıyla kaplı olduğunu kimse hatırlamıyordu. Kim bilir kaç haftadır bu yağmur ve yağmura aldırış bile etmeyen karanlık ejderhaların çığlıkları kentin yok olmuş, yıkık sokaklarını çınlatıyordu. Kimse bilemezdi. Bilebilecek herkes ölmüştü. Her köşe, her kuytu çamura karışan irin, kül ve yanık insan bedenleriyle doluydu. Kent Kilanas halkına kocaman bir mezar olmuştu. Hem Kilanas halkına hem de kadim savaştan bu yana iyiliğin kurtarıcısı olarak bilinen, herkesin inandığı soylu ve asil kral Azrterach’a.
Sadece bir tek kadın çamurun ve yanmış insan bedenlerinin arasına çökmüş nefes alıyordu. Bu gece de geleceklerinden emin olduğu kara ejderha soyunu ve belki onları durdurmaya çalışacak griffonları ve unicornları.
Önce Karanlık Ejderhalar yükseldi Tempalas Dağından bu karanlık gecede ve ardından onlara meydan okumak için gelen cüceler ve griffonları gözüktü. Elflerin unicornları ve onların üzerindeki elf ve insan büyücüleri. Hepsi bir tek şey içindi: Karanlık günlerin sonu olacağına inanılan ve aslında bu zifiri savaşların, kana susamış kötülüğün, hiçliğin kaynağı olan Kanmecanı kayalıklarının kalbindeki Kantanas taşını ele geçirmek için.
…Unicornlar doğal büyülerini kullanıyor ama binicilerinden emir almadan hareket etmiyorlardı. Kara ejderha ordusu tam oniki ejderhadan ve üzerindeki yirmi kadar binicisinden oluşuyordu.
Bir unicornun üzerinde olan Horafin hiç zaman kaybetmeden alçalarak ejderhanın üzerine tepeden daldı. Horafin elindeki diş asasıyla tek bir hamlede ejderanı yere düşürürken unicorn da boynuzunu bütün gücüyle geri dönmeye çalışan kara ejderhanın gırtlağına doğrulttu. Lizeyah ve Bohara da griffonların üzerinde sert çelikten yapılma elf oklarını fırlatıyorlardı. Lizeyah’ın sırtında tek bir kılıç vardı. Aslında savaşı bitirecek olan tek kılıç.
Bu sırada sinsi bakışlarıyla onları izliyordu kadın. Savaşın en heyecanlı yerini bölmek istemezdi doğrusu, tek bir hareketiyle her şeyi bitirecek kadar gücü olsa da. Gözleri alev alev yanan bir hırsla parlıyordu.”Artık eğlence zamanı”, diye mırıldandı kara lehçede. Pelerinin başlığını geri atarak kara lehçeden büyülü sözlerle mırıldanmaya devam etti.
Vücudu olduğu yerde keskin pullar, demirden kemikler ve alaca siyah ile mavinin birleştiği fırtına kanatlara dönüştü. O kadim zamanın buz ejderhasıydı. Ancak karanlığı onu öylesine kuşatmış ve sıcak kollarıyla sarmalamıştı ki pullarının pek çoğu ayaz mavisinden karaya dönmüştü. Gözleri kırmızıya, karın derisi de alev sarıya çalıyordu.
Ruhu özlediği bedene alışsın diye şöyle bir gerindi kanatlarını geriye atarak ve derin bir nefes verdi. Bir nefesiyle yağan bütün yağmur buza dönüşüp üzerlerine yağdı. Bu sırada Karanlık Ejderhalar hiç vakit kaybetmeden binicileriyle Kanmercanı Kayalıklarına doğru yöneldiler. Lizeyah Horafin’in yaptığı korunma büyüsüyle Kızılkan Ejderhası’nın gerçek ateşinden dövülmüş kılıcı eline aldı.”Biz de seni bekliyorduk Göğün Alacası “, dedi dişi ejderhaya yönelerek. Diğer griffonlar kara ejderhaların peşinden giderken Lizeyah Bohara ve Horafin bir an için kendilerine yaklaşan bu muazzam devasa ejderhanın neresine saldıracaklarını merak edip birbirlerine baktılar.
Neyse ki ejderha koca hacmi etrafında dönmeye çalışırken griffonlar o meşhur hızlarıyla çevresinde dans etmeye başlamıştı. Ön tarafta kalan Bohara çelik bir elf yayını ejderhaya doğrultup hızla fırlattı. Göğün alacası buna kocaman ve sinir bozucu kahkahalarla karşılık verdi. Bir nefesiyle etrafındaki herkesi buza hapsetmeden önce eğlenmek istiyordu. Bu sırada Lizeyah ejderhanın üst kafatasına yaklaşmaya çalışıyordu. Ejderha ona doğru minik bir nefes üfledi ; nefesi kılıçta solup kayboldu.
Dişi ejderha hayretle diğerlerine yöneldi. Önce diğerlerini yok ederse bunun ne olduğunu çözebilmek için zamanı olabilirdi. Ancak bu sırada ihtiyatlı davranması gerekiyordu. Kurnazlığı zekasından çok olan ejderha kuyruğuyla Lizeyah’ı oyalarken Horafin’e döndü. Bu sırada bir unicornlu elf büyücüyle iki griffonlu cüce de alana yöneldi.
Ardı ardına büyüler ve çekiçler yiyen ejderha daha da kızmışçasına saldırmaya hazırlandı. Lizeyah bir işaretle en önden, Kanmercanı Kayalıkları’na çekti hepsini. Ejderha en arkada kalan Horafin’in binyıllık büyülerine karşı koymaya çalışarak peşlerinden geldi. Dişi ejderha kara lehçede bir kez daha mırıldandı ve aynı anda Lizeyah büyük bir çığlık attı.Üç ateş golemi yerden havaya ateşten kayalar fırlatmaya başladılar. Grup ateş ve buzun arasında iki taraftan kapana kısılmıştı ve Horafin’in büyüleri onları daha fazla koruyamazdı.
Geriye tek bir yol kalmıştı. Kara ejderhaların işini bitiren elfler hemen oklarıyla buz ejderinin kanatlarını yaralamaya çalıştılar. Ve buz ejderhası ne zaman nefesini üflemeye gayret etse onlar hep golemlerin gözüne doğru gittiler. Hepsi alçaldı, pek çoğu bu kargaşanın ortasında tir tir titremeye başladı, hiçbir cesareti kalmamıştı pek çoğunun. Birkaç soylu adam kayalarla beraber Kanmercanı Kayalıklarına doğru çakıldı.
Ancak nihayetinde yara alan Göğün Alacası hala mağrur ve gururlu arkasını dönüp kaçmak zorunda kaldı. Griffonlu cüceler bütün cesaretleriye çekiçlerini golemlere fırlattılar ve Horafin en kadim büyülerini orada söyleyerek baygın düştü.
…Kayalıkların kalbinde üç ateş patladı ve üç alevden kaya yağmuru oldu ama hiç biri Kanmercanı’nın kalbini delip geçemedi. Ta ki buz ejderhası yeniden kendini gösterinceye dek…Lizeyah elindeki tek kılıçla KANTANAS TAŞI’ nı Kanmercanı Kayalıkları’nın kalbinden söküp çıkarmıştı...
Pazartesi, Mayıs 17, 2010
The Return To Cygnus X-1
az önce Tom Araya'nın myspace sayfasında gördüğüm ve tam anlamıyl açok beğendiğim bi çalışma işte linki
The Return To Cygnus X-1
http://vids.myspace.com/index.cfm?fuseaction=vids.individual&videoid=104630627Cumartesi, Mayıs 01, 2010
Siluet...
Bir gecenin yarısı
arka rakaya içilen sigaralarla kaybolur ruhlar
Ve hiç dokunulmamış eski bir sevgilinin sıcak
siluetine gizlice siner ruh
İşte aşk en çok o zaman acıtır
Asla geri gelmeyecek zamanı çevirmeye çalışr durursun
meze olmuş ruhunla cinlerin dans partisinde
Sıcak siluet soğur ve diner midende kramplar
Sen hala eski bir siluetin dudaklarını öpersin
Gözyaşlarıyla titreyen senin dudaklarındır
Gökyüzü güneşe boyanır
ve hiç tanımadığın sevgilinin gece seninle uyumadığını farkedersin
İşte aşk en çok o zaman acıtır
Seni düşleyen onlarca insanı bir tek siluete satarsın ve sadece
kayıp bir ruha adarsın kendini
İnancın kaybolur, için titrer,kendini duyarsın
Kamp ateşinde yanan odunların çıtırdaması gibi çıkar sesin
boğuk...
VE asla görmeyeceği bilinerek yazılan şiirler vardır,
tıpkı bu geceki gibi
işte aşk en çok o zaman acıtır...
arka rakaya içilen sigaralarla kaybolur ruhlar
Ve hiç dokunulmamış eski bir sevgilinin sıcak
siluetine gizlice siner ruh
İşte aşk en çok o zaman acıtır
Asla geri gelmeyecek zamanı çevirmeye çalışr durursun
meze olmuş ruhunla cinlerin dans partisinde
Sıcak siluet soğur ve diner midende kramplar
Sen hala eski bir siluetin dudaklarını öpersin
Gözyaşlarıyla titreyen senin dudaklarındır
Gökyüzü güneşe boyanır
ve hiç tanımadığın sevgilinin gece seninle uyumadığını farkedersin
İşte aşk en çok o zaman acıtır
Seni düşleyen onlarca insanı bir tek siluete satarsın ve sadece
kayıp bir ruha adarsın kendini
İnancın kaybolur, için titrer,kendini duyarsın
Kamp ateşinde yanan odunların çıtırdaması gibi çıkar sesin
boğuk...
VE asla görmeyeceği bilinerek yazılan şiirler vardır,
tıpkı bu geceki gibi
işte aşk en çok o zaman acıtır...
Pazar, Şubat 28, 2010
....
Kıvırcık saçları rüzgar gibi güneş gibiydi ve bulut gibiydi nemli gözleri. Tren yolunun arka sokağından son kez döndü adam.
Hırçın kalbi aldırış etmez gibi görünse de gözleri onu ele vermişti. Çamurla kaplı botları gecenin bu saatinde geçtiği her sokağı bastığı her yeri daha da temizliyordu sanki.
Nemli gözler bir tekel dükkanı aradı arka sokağın eve yaklaşan yerinde. Kimse anlamasın diye sildi dolan gözlerini. Karanlık soğuk kanıyla karışıp içine işlerdi ve yağan kar daha da bir iğrenç karışmaya başladı yerdeki çamurlara. Ağzından çıkan dumanlara karşı bir de sigara yaktı ceketinin cebinden çıkarıp.”Belliydi”,dedi içinden; bugün melekler getirmiyordu karı. Tekelin önünde bir kadın katil sanki ona benziyordu.
Kadının üzerindeki deri montu cüretkardı ve parlaktı saçları yağan karın altında.”Dur!”, dedi sanki adama sessiz bakışlarıyla adam içeri girip altılı dark aldı. Evdekilerle bunlar birleşince yeterdi ona bugün. Önemli olan yarındı 70’lik rakı ve sağlam meze gerekecekti onu unutması için .Gölge onu takip etti.Evde yalnız bir kadın bekliyordu.”Gitmemişsin”,dedi adam.Ardından bir sigara daha yaktı.Kadın bir şey söylemedi sustu karanlığa.Kadının kalbi dört odacık, hepsinde yalnız o vardı.Gidemezdi kadın, ağlayamazdı da.Susardı yalnızca karanlığa.” Bekledim seni “, dedi içinden “Tren içimden geçip gitti”.
Kar pencereden görünüyordu ve sokak lambası altında hırçınca parlıyordu. Ve bir kadın bekliyordu sokak lambası altında kadının saçları ıslak üzerinde cüretkar bir deri mont vardı.
Hırçın kalbi aldırış etmez gibi görünse de gözleri onu ele vermişti. Çamurla kaplı botları gecenin bu saatinde geçtiği her sokağı bastığı her yeri daha da temizliyordu sanki.
Nemli gözler bir tekel dükkanı aradı arka sokağın eve yaklaşan yerinde. Kimse anlamasın diye sildi dolan gözlerini. Karanlık soğuk kanıyla karışıp içine işlerdi ve yağan kar daha da bir iğrenç karışmaya başladı yerdeki çamurlara. Ağzından çıkan dumanlara karşı bir de sigara yaktı ceketinin cebinden çıkarıp.”Belliydi”,dedi içinden; bugün melekler getirmiyordu karı. Tekelin önünde bir kadın katil sanki ona benziyordu.
Kadının üzerindeki deri montu cüretkardı ve parlaktı saçları yağan karın altında.”Dur!”, dedi sanki adama sessiz bakışlarıyla adam içeri girip altılı dark aldı. Evdekilerle bunlar birleşince yeterdi ona bugün. Önemli olan yarındı 70’lik rakı ve sağlam meze gerekecekti onu unutması için .Gölge onu takip etti.Evde yalnız bir kadın bekliyordu.”Gitmemişsin”,dedi adam.Ardından bir sigara daha yaktı.Kadın bir şey söylemedi sustu karanlığa.Kadının kalbi dört odacık, hepsinde yalnız o vardı.Gidemezdi kadın, ağlayamazdı da.Susardı yalnızca karanlığa.” Bekledim seni “, dedi içinden “Tren içimden geçip gitti”.
Kar pencereden görünüyordu ve sokak lambası altında hırçınca parlıyordu. Ve bir kadın bekliyordu sokak lambası altında kadının saçları ıslak üzerinde cüretkar bir deri mont vardı.
Salı, Şubat 09, 2010
ULAK
Yer altı mağaralarından yükselen sesler yüzeye karanlık basmasıyla birlikte artıyor çekiçler, baltalar, topuzlar hiç durmadan yeni yollar açarak;güçlü adımların savaşına dayanak olmak için çoğalan odalar, koridorlara dönüşüyorlardı.
Ay yüzeyde biraz ışık bırakıyordu.Yer altı tünellerine inen düşey yollardan üçü korumalarla kapatılmış, geçişlerin tek bir kapıdan yapılmasına izin veriliyordu.Geçiş kapısından yüzeye birkaç tıkırtı duyuldu.Görevli cüce kayan adımlarla yukarı çıktı.Elinde iyi durumda gözükmeyen psine otunu kabzasından çıkardığı çakıl ateşiyle yaktı ve hemen sonra ateşi söndürerek ayın ışığına saygıda kusur etmediğini gösteren bakışlarıyla başını gökyüzüne kaldırdı.
Aslında cücenin ateşi söndürüşü daha çok bu lanetli gecede etrafta cirit atan ve karanlığın içinden varolan ifritlere karşıydı.
Ağaçların arasından mümkün olduğunca sessiz ilerleyen at sonunda nehrin kenarına kadar vararak durdu ve cüce yürüyerek atın üzerindeki adamı karşıladı.
Kirlenmiş, yırtık ve birazı yamalı kalın pelerinin altında kim olduğu pek de belli olmuyordu.
Adam baygındı.Cüce gözlerini insana benzeyen bu adamın üzerinde biraz gezdirecek oldu.Pelerinin gerisinde kalanlar da hiç hoş görünmüyordu;yıpranmış çizmeler, köreldiği daha kınındayken bile belli olan eski bir kılıç ,kanlı üstbaş, dağınık saçları örtmeye çalışan pelerin başlığı...
Cüce yüzünü eskimiş şarap gibi kokan adama karşı buruşturdu ve atı nehir kenarında bir ağaca bağlayarak adamı sırtladı.
Nehirden mağaraya giden yaklaşık on cüce adımlığı yolda kurumuş yapraklar olmasaydı rüzgardan başka ses de olmazdı.Ne var ki ifritler ne yapıyorlarsa sessiz yapıyorladı.Cüce güçlüyse de bir ölü kadar ağır ve kemikli olan adam hızlı yürümeyi engelliyor kısa varlıktan soğuk terlerin akmasına neden oluyordu.Eğri adımlar çıkan sesleri çoğalttı , kapı erken ve hiddetli açıldı.
Tünel girişinde dalgalı saçları alnından omuzlarına omuzlarındansa beline düşen bir adam şükür ve umut dolu bakışları arasında yaşamı sorgulayan gözleriyle cüceye baktı.Cüce başını salladı .Adam yaşıyordu.
Perşembe, Şubat 04, 2010
KLARRD'ın Kızıl Göğü Altında
Seslerin arasında duyulan çığlıklarda gizli bir antlaşma vardı sanki.Mor dağların kayalıklı eteklerine çarpıyordu bu çığlıklar.İki varlık sarp kayalıkların en dik yerini tırmanmaya çalışıyorlardı şimdi.Birinin gözü ötekinin kanlı ellerinde sessizleşiyordu.Belli belirsiz iki çığlık daha duyuldu ardı ardına ve çığlıkların tizliğinden kulaklar yıprandı.
Dağların ardındaki kuzeye uzanan Telerand gözcü kulelerinin üzerinde hava kızıl, mor ve maviydi.Gece henüz ilerlememişti ama renk oldukça karanlık gösteriyordu bu mekanı.Üstelik sol taraflarında kalan üç kulenin önünde kalan büyük kaya yıkıntıları da buradaki dördüncü kulenein akıbetini sorgulatıyordu akıllara.
Ormanın girişinde birkaç cüce dağın tepesine kadar tırmanmış olan iki yaratığı gördüler ve hemen baltalarına sarıldılar.bir elini kaldırıp el etti iki varlıktan bir;gözlerinde kan torbaları olanı.Yüzü tanınmayacak haldeydi ve gözleri artık görmüyordu muhakkak.Vücudunun her yerinde karga gagalarının açtığı yaralar vardı. Bu kadar dayanabilmesine kendisi de şaşırmıştı doğrusu.
Cüceler varlıkların gösterdikleri dostluğa aldırış etmediler, zaten şehirde korunabilesi bir şey kalmamış olmasına da dayanarak arkalarını dönmüşlerdi.Gökyüzü sesiz ve derin onlara bakıyordu.Dağdan inebildikleri vakit şehir tüm kapılarıyla kilit vurulmuş bir sandık gibi önlerinde duruyordu.
Sonra karanlık şehirden bir tek kapının açılma sesi duyuldu.İki varlık göğe bakarak selamlarını sundular.Yüzlerinde eğreti kahkahalarla açık kapıya doğru koştular...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)