Pazar, Şubat 28, 2010

....

Kıvırcık saçları rüzgar gibi güneş gibiydi ve bulut gibiydi nemli gözleri. Tren yolunun arka sokağından son kez döndü adam.


Hırçın kalbi aldırış etmez gibi görünse de gözleri onu ele vermişti. Çamurla kaplı botları gecenin bu saatinde geçtiği her sokağı bastığı her yeri daha da temizliyordu sanki.

Nemli gözler bir tekel dükkanı aradı arka sokağın eve yaklaşan yerinde. Kimse anlamasın diye sildi dolan gözlerini. Karanlık soğuk kanıyla karışıp içine işlerdi ve yağan kar daha da bir iğrenç karışmaya başladı yerdeki çamurlara. Ağzından çıkan dumanlara karşı bir de sigara yaktı ceketinin cebinden çıkarıp.”Belliydi”,dedi içinden; bugün melekler getirmiyordu karı. Tekelin önünde bir kadın katil sanki ona benziyordu.

Kadının üzerindeki deri montu cüretkardı ve parlaktı saçları yağan karın altında.”Dur!”, dedi sanki adama sessiz bakışlarıyla adam içeri girip altılı dark aldı. Evdekilerle bunlar birleşince yeterdi ona bugün. Önemli olan yarındı 70’lik rakı ve sağlam meze gerekecekti onu unutması için .Gölge onu takip etti.Evde yalnız bir kadın bekliyordu.”Gitmemişsin”,dedi adam.Ardından bir sigara daha yaktı.Kadın bir şey söylemedi sustu karanlığa.Kadının kalbi dört odacık, hepsinde yalnız o vardı.Gidemezdi kadın, ağlayamazdı da.Susardı yalnızca karanlığa.” Bekledim seni “, dedi içinden “Tren içimden geçip gitti”.

Kar pencereden görünüyordu ve sokak lambası altında hırçınca parlıyordu. Ve bir kadın bekliyordu sokak lambası altında kadının saçları ıslak üzerinde cüretkar bir deri mont vardı.

Salı, Şubat 09, 2010





ULAK

Yer altı mağaralarından yükselen sesler yüzeye karanlık basmasıyla birlikte artıyor çekiçler, baltalar, topuzlar hiç durmadan yeni yollar açarak;güçlü adımların savaşına dayanak olmak için çoğalan odalar, koridorlara dönüşüyorlardı.
Ay yüzeyde biraz ışık bırakıyordu.Yer altı tünellerine inen düşey yollardan üçü korumalarla kapatılmış, geçişlerin tek bir kapıdan yapılmasına izin veriliyordu.Geçiş kapısından yüzeye birkaç tıkırtı duyuldu.Görevli cüce kayan adımlarla yukarı çıktı.Elinde iyi durumda gözükmeyen psine otunu kabzasından çıkardığı çakıl ateşiyle yaktı ve hemen sonra ateşi söndürerek ayın ışığına saygıda kusur etmediğini gösteren bakışlarıyla başını gökyüzüne kaldırdı.
Aslında cücenin ateşi söndürüşü daha çok bu lanetli gecede etrafta cirit atan ve karanlığın içinden varolan ifritlere karşıydı.

Ağaçların arasından mümkün olduğunca sessiz ilerleyen at sonunda nehrin kenarına kadar vararak durdu ve cüce yürüyerek atın üzerindeki adamı karşıladı.
Kirlenmiş, yırtık ve birazı yamalı kalın pelerinin altında kim olduğu pek de belli olmuyordu.
Adam baygındı.Cüce gözlerini insana benzeyen bu adamın üzerinde biraz gezdirecek oldu.Pelerinin gerisinde kalanlar da hiç hoş görünmüyordu;yıpranmış çizmeler, köreldiği daha kınındayken bile belli olan eski bir kılıç ,kanlı üstbaş, dağınık saçları örtmeye çalışan pelerin başlığı...
Cüce yüzünü eskimiş şarap gibi kokan adama karşı buruşturdu ve atı nehir kenarında bir ağaca bağlayarak adamı sırtladı.
Nehirden mağaraya giden yaklaşık on cüce adımlığı yolda kurumuş yapraklar olmasaydı rüzgardan başka ses de olmazdı.Ne var ki ifritler ne yapıyorlarsa sessiz yapıyorladı.Cüce güçlüyse de bir ölü kadar ağır ve kemikli olan adam hızlı yürümeyi engelliyor kısa varlıktan soğuk terlerin akmasına neden oluyordu.Eğri adımlar çıkan sesleri çoğalttı , kapı erken ve hiddetli açıldı.

Tünel g
irişinde dalgalı saçları alnından omuzlarına omuzlarındansa beline düşen bir adam şükür ve umut dolu bakışları arasında yaşamı sorgulayan gözleriyle cüceye baktı.Cüce başını salladı .Adam yaşıyordu.

Perşembe, Şubat 04, 2010

KLARRD'ın Kızıl Göğü Altında



Seslerin arasında duyulan çığlıklarda gizli bir antlaşma vardı sanki.Mor dağların kayalıklı eteklerine çarpıyordu bu çığlıklar.İki varlık sarp kayalıkların en dik yerini tırmanmaya çalışıyorlardı şimdi.Birinin gözü ötekinin kanlı ellerinde sessizleşiyordu.Belli belirsiz iki çığlık daha duyuldu ardı ardına ve çığlıkların tizliğinden kulaklar yıprandı.

Dağların ardındaki kuzeye uzanan Telerand gözcü kulelerinin üzerinde hava kızıl, mor ve maviydi.Gece henüz ilerlememişti ama renk oldukça karanlık gösteriyordu bu mekanı.Üstelik sol taraflarında kalan üç kulenin önünde kalan büyük kaya yıkıntıları da buradaki dördüncü kulenein akıbetini sorgulatıyordu akıllara.

Ormanın girişinde birkaç cüce dağın tepesine kadar tırmanmış olan iki yaratığı gördüler ve hemen baltalarına sarıldılar.bir elini kaldırıp el etti iki varlıktan bir;gözlerinde kan torbaları olanı.Yüzü tanınmayacak haldeydi ve gözleri artık görmüyordu muhakkak.Vücudunun her yerinde karga gagalarının açtığı yaralar vardı. Bu kadar dayanabilmesine kendisi de şaşırmıştı doğrusu.

Cüceler varlıkların gösterdikleri dostluğa aldırış etmediler, zaten şehirde korunabilesi bir şey kalmamış olmasına da dayanarak arkalarını dönmüşlerdi.Gökyüzü sesiz ve derin onlara bakıyordu.Dağdan inebildikleri vakit şehir tüm kapılarıyla kilit vurulmuş bir sandık gibi önlerinde duruyordu.
Sonra karanlık şehirden bir tek kapının açılma sesi duyuldu.İki varlık göğe bakarak selamlarını sundular.Yüzlerinde eğreti kahkahalarla açık kapıya doğru koştular...